17 Eylül 2017 Pazar

KEY MUSEUM (ARABA MÜZESİ)

İzmir Torbalı da muhteşem bir yer. Ailece gidilip gezilmesi gereken bir yer. Klasik araçlara bayıldım resmen. Harikalardı. Gaz lambalı farları vardı,yılan şeklinde kornası vardı. Keşke benim olsa dedim. Bana son model Ferrari mi klasiklerden biri mi deseler kesinlikle klasiklerden birini seçerim. Bizler de çocuklarda iyi ki gittik dedik.
Pazar günü bile açık alın çocuklarınızı gidin mutlaka. Pazartesi salı kapalı bilginize.
Akşam 17.00 e kadar açık.
Giriş ücreti Yetişkin 20 Tl öğrenci 10 Tl







16 Eylül 2017 Cumartesi

Neyi Nerede konuşacağını bilemeyenlere Keloğlan dan ders :)

Çocukların masllarından öğrenilecek çok ders var derim hep. Bu masalda benim küçükken okuyup, gece yatarken kardeşlerime anlattığım bir masaldır.
Bir varmış, bir yokmuş. Tanrının kulu çökmüş. Çok yemesi, yok demesi günahmış. Vaktin birinde bir Kel­oğlan, bir de anası varmış. Bir gün anası bu Keloğlana on para vermiş:
— Haydi Keloğlan, keleş oğlan, bakkala git on pa­ralık «hiç» al geliver.
Demiş. O zamanlar bizim bildiğimiz şu âdi tuzun adı-.na «hiç» derlermiş. Keloğlan anasının dediğini unutma­mak için yolda giderken «hiç, hiç» diye söylenir durur-.muş. Gide gide deniz kenarına varmış. Balıkçılar geceden ağ atmışlar da, sabahleyin kıyıdan elbirliği ile «hay hak, hay hak» diye çekerlermiş. Bu Keloğlan gelmiş, aman anamın dediğini unutmayayım diye, orada «hiç, hiç» der dururmuş. O böyle dedikçe, balıkçılar kızmışlar, «hay hak ,hay hak» diyerek asıla asıla ağın sonuna gelmişler ki, bir tek bahk yok. Keloğlan «hiç, hiç» dedikçe balık «çıkmazmış. Ağların sonundaki torba da bos çıkınca, bunlar tutmuşlar, orada dikilip “hiç, hiç” diye söylenen Keloğlanı evire çevire bir güzel döğmüsler. Keloğlan ah de­miş, of demiş, dayağı yemiş, ama anasının tembihlediğini de kel kafasından uçurmuş, unutmuş. Dayağın acı­sı, sızısı bir yana, telâşından sormuş:
—Peki, ben şimdi ne diyeyim neler söyleyeyim, balıkçı babalar?
Balıkçılardan biri buna:
—«Birisi çıktı, ikisi daha gelsin» diyeceksin, demiş. Keloğlan da bu sözleri diline dolamış da «biri” çıktı, ikisi daha gelsin» diyerek giderken, bir evin önün­ de durmu§. Kapısından bir tabut çıkarıyorlarmış.
— Biri çıktı, ikisi daha gelsin.
Diye söylenirken, cemaat hemen tabutu bırakıp bunu evire çevire dövmeğe girişmişler. Keloğlan, ah demiş, of demiş, dayağı yemiş, ama balıkçıların sözlerini de kafasından uçurmuş, unutmuş. Dayağın acısı, sızısı bir ya­na, telâşından sormuş:
—Peki ben şimdi ne diyeyim, neler söyliyeyim bey­ler ağalar?
İmam da buna:
—Hak rahmet eylesin, geride kalanlara ecir sabır
versin. diyeceksin diye tembihlemiş. Keloğlan yolda bu söz­leri tekrarlayarak giderken, yerde bir köpek leşi gör­müş. Hemen durup ona da:
—Hak rahmet eylesin, geride kalanlara ecir sabır
versin, demeğe başlamış. Yoldan burunlarını tıkayarak ge­cenler bunu duyunca, Keloğlanın başına üşüşmüşler, Keloğlanı evire çevire bir güzel dövmüşler. Keloğlan, ah demiş, of demiş, dayağı yemiş, ama beylerin, ağaların söy­lediklerini de kel kafasından uçurmuş, unutmuş. Dayağın sızısı, acısı bir yana, telâşından sormuş:
— Peki ben şimdi ne diyeyim, neler söyliyeyim, yolcular ?
Yolcular da buna:
— «Öf ne kokuymuş, püf ne kokuymuş:» diyecek­sin, demişler. Keloğlan da bu sözleri diline dolamış da: «Öf ne kokuymuş, püf ne kokuymuş!» diye söylenerek giderken, bohçaları koltuklarında hamamdan çıkan kadınlara, rastlamış. Keloğlan burnunu tuta tuta kadınla­ra karşı:
Öf ne kokuymuş, püf ne kokuymuş! Der demez, kadınlar, bohçalarını bir kenara koyup, Keloğlanın etrafını almışlar da evire çevire döğmeğe, etlerini bura bura çimdiklemeğe girişmişler ki, bağırtı­sı böğürtüsü gök yüzünü tırmalamış. Keloğlan ah demiş. of demiş, dayağı yemiş, ama burada yolcuların sözlerini” de kafasından uçurmuş, unutmuş. Dayağın acısı, sızısı bir yana, telâşından sormuş:
—Peki ben şimdi ne diyeyim, neler söyliyeyim, hanım teyzeler, ablalar?
Yolcular da buna:
—«Oh ne güzel, oh ne iyi, mis gibi mis gibi» diye­ceksin, diye sıkı sıkı tembihlemişler. Keloğlan, yolda bu sözleri tekrarlayarak giderken, gırtlak gırtlağa kavga eden iki kimseye rastlamış. Bu Keloğlan karşılarına geçmiş de:
—Oh ne güzel, oh ne iyi, mis gibi, mis gibi. Demeğe başlamış. Adamlar bu sözü duymalarıyla he­men kavgayı bırakmışlar, Keloğlanın üstüne atılıp zaval­lıyı çevire çevire bir güzel pataklamışlar, Allah yarattı dememişler. Oğlanın inlemesi, sızlaması azala kısıla ke­di miyavlamasına dönmüş. Bu Keloğlan, ah demiş, of demiş, dayağı da yemiş. Ama kadınların dediklerini de kel kafasından uçurmuş, unutmuş. Dayağın acısı sızısı bir yana, telâşından sormuş:
—Peki ben simdi ne diyeyim, neler söyleyeyim, ağa­lar?
Kavgacılar da buna:
—«Yapmayın kardeşler, etmeyin yoldaşlar!» diyeceksin, diye öğretmişler. Keloğlan, kavgacı ağaların öğrettiklerini ezberleye ezberleye giderken, bu sefer de yol üstünde hırlaşan iki köpeğe rast gelmiş. Durmuş bu kö­peklerin başucunda da:
—Yapmayın kardeşler, etmeyin yoldaşlar! Demeğe başlamış. Yoldan geçenler bu sözleri duy­malarıyla, hemen Keloğlanın üstüne atılıp zavallıyı iteleyip kakalayıp doğup sövmeğe başlamışlar. Bu Keloğlan, ah demiş, of demiş, dayağı da yemiş. Lâkin kav­gacı ağaların öğrettiklerini de kel kafasından uçurmuş,unutmuş.Dayağın acısı sızısı bir yana, telâşından sor­muş:
—Peki. ben şimdi ne diyeyim, neler söyleyeyim beyler ?
Yoldan geçen beyler de buna:
— «Hoşt hoşt, hoşt hoşt» deyeceksin, diye sıkı sıkı tembihlemişler. Keloğlan beylerin öğrettiklerini ezberleye ezberleye giderken, bir terlikçi dükkâ­nıma rastlamış. Durmuş da, kendini terlikçilerin nasıl ça­lıştıklarını seyre epeyce kaptırmış. Terlikçiler, kalıba oturmuş terlikleri, iki yana «gıcır, gıcır» diye diye mum­lu sicimleri çeke çeke, göz açıp kapayasıya, fırdolayı, çe­virip dikiyorlar, sonra da kalıptan çıkarıyorlar, dişleriy­le asılıp yüzünü çeviriyor, düzeltiyorlarmış. Keloğlan tunların karşılarına geçmiş, hem seyreder, hem de «hoşt hoşt, hoşt hoşt» dermiş. Terlikçiler dişlerinde terlikleri ‘bir duralamışlar, iki dinlemişler, gözlerini devire devire bakmışlar, beklemişler. Olmamış. Hemen davranıp dükkânlarından fırlamışlar. Bu Keloğlanın yakasına yapı­şıp, evire çevire, yer misin yemez misin diyerek pata kü­te döğmüşler. Bu Keloğlan, ah demiş, of demiş, dayağı bastan ayağa sırılsıklam yemiş. Lâkin beylerin öğret­tiklerini de kel kafasından uçurmuş, unutmuş, dayağın acısı sızısı bir yana, telâşından sormuş:
—Peki ben şimdi ne diyeyim, neler söyleyeyim, terlikçi dayılar?
Terlikçiler de buna:
—«Çek çek uzasın, çok çok uzasın» diyeceksin, diye bir bir öğretmişler. Keloğlan terlikçilerin öğrettiklerini söyleye söyleye giderken, oğlunun kulağını çe­kip azarlayan bir adama rastlamış, durmuş bakarken, onlara da:
—Çek çek uzasın, çok çok uzasın, deyince, bu adamın çektiği kulak kopmuş, elinde kalmış. Bu adam dönmüş, Keloğlanı yakalamış, sille tokat, evire çevire doğmuş. Bu Keloğlan ah demiş ,of demiş, bu dayağı da baştan ayağa şırıl sıklam yemiş. Lâkin terlikçilerin sözlerini de kel kafasından uçurmuş, unutmuş. Dayağın acısı sızısı bir yana, telâsından sormuş:
—Peki, ben şimdi ne diyeyim, neler söyleyeyim bey amca?
Bu adam da kızgınlığından, hem de üzgünlüğünden:
—«Hiç» diyeceksin Keloğlan, deyince, birden davranıp bu Keloğlanın aklı başına gel­miş.
—«Anam bana on paralık hiç al» demişti. Diyerekten koşmuş. Bakkala varmış. On paralık «hiç; tarttırmış da doğru evine koşmuş. Anasının evde bekleye bekleye sabrı tükenmiş de, başı iyice bunalmış. Kel­oğlan kapıdan girer girmez:
— Hınzır Keloğlan, haylaz Keloğlan, kim bilir nerelerde oyuna daldın? Diyerek bunu evire çevire doğmuş de, kel kafasına bir işkembe geçirip, bir köşeye oturtmuş.
Zaman geçmiş, devir sürmüş, bu Keloğlanın isleri oyunları tükenmemiş.
Gökten üç elma düştü: biri bana, biri masalı anlatana, biri de bende emanet dursun. Keloğlanın soyundan gelenlere.